
Geceye Serzenişler
Meltem Ataş
Bazı geceler uyumak için değilde; uyumamaya direnmek için gibi. Sanki gece sabah olmuyor ve ben uyumamak için tamamlamayı bekleyen cümleler ile kafamın içinde sayısız mücadeleler veriyorum. Ne kurmak istediğim cümleyi, ne hatırladığım replikleri toparlıyamıyoryum. Susmak ile konuşmak arasındaki o derin çizgide takılı kalmış kelimelerden medet umuyorum adeta.
Artık sabah nasıl oldu diye soranlara cevap vermiyorum. Çünkü sabahın o ilk ışıklarını görmenin yorgunluğunu etrafımdakilere anlatmam hayli zor. Aralardan sızan ışıklar, belli belirsiz kulağıma gelen o sesler, hatta sessizliğin yüreğimde saatlerce konuşması bile, anlatmak istemediğim sanki saklamaya çalıştığım o kötü hatıralar gibi.
Yaşam dediğimiz o garip telaşın aslında içimizde büyüttüğümüz ve derin izlerden oluşan yaralardan ibaret olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Birilerinin hatta bir şeylerin üzerini çizmeye alıştım. Kendi halinde olduğumu hissettiğimin bir pencereden bakıyorum hayata ve bize dair herşeye. Bazen yarım yamalak kalmanın eksikliğini bile sevmeye başlıyorum.
Artık kalabalık masalarda olmak istemiyorum. Dağınık masaların, sahte gülüşlerin etrafında dönen anlamsız muhabbetlerin beni cezbetmediği aşikar. Sadece içimde büyütmeye çalıştığım o sakin anlayışlı çocuğa bir kaç cümle biriktirmenin derdi var. İçimdeki sesleri susturmaya çalışan yanım duymazdan geliyor ben bütün olanları anlatırken.
Aylar geçiyor. Temmuzda gelip çattı içimde her ay birşeyler değişsin diye bekliyorum. Bazı insanların hayatımda olmaması gerektiğini, bazı anları yaşamaya gerek olmadığını, bazı hatıraların silinmeye yüz tuttuğunu, bazı iyiliklere insanların layık olmadığını söylüyor içimdeki çocuk.
Satırlarımı oluştururken duygularımın netleşerek anlam kazanmasını bekliyorum. Ama içimde koca bir boşluk var. Bazı insanları artık dinlememem gerektiğini, bazı yolların artık sona ermesi gerektiğini yeni yeni anlıyorum. Duyguların netlik kazanmadığını hissedince bu his yüreğime dokunuveriyor bir anda. Hislerimin ortasında mı yoksa başında mıyım anlamıyorum. İçimdeki tüm dağınıklıklara rağmen hani o hayatımızı darmadağın eden misafir çocuğu gibi, toplamaya nereden başlayacağımı bilemiyorum. Oturmaya meyletmiş ruh halim hadi artık ayağı kalk diye feryat ediyor. Bazen insanın kendi kendinİ kandırması en iyi terapilere eş değerdir bilir misiniz? Muhataplarımıza verdiğimiz o cevaplar; iyiyim, geçti, önemli değil, üzgün değilim, umursamıyorum... Başkalarını değilde kendimizi aldatmak gibi.
Duygularımızı ifade etmeye bu kadar çekineli hayli zaman olmuştu. Kimsenin bizi mutsuz ve kırgın görmesini istemiyor gibiydik. Hep güçlü görünmeye çalışıyorduk. Hep uğraşlarımızla duygularımızı bastırmaya çalışırken, ara sıra ruhumuzun sıkışıp nefes almakta zorlandığını bile hissedemedik. Duvarlarla hasbihal eden düşünceler, kafamızın içinde dönüp duran onlarca senaryo, kafa tatili yapma derdinde olan dağınık ruh halleri. Hep bir yerlere gitmenin bir kaçış olduğunu inanlardan olmaya başladık. Kendi ruh halimizi ifade ederken bile aynı refleksler, aynı kendimizi savunma halleri. Ya ben aslında iyiyim de... O bağlaçların ardına sakladığımız onlarca duygu yoğunluğu, kafa karışıklığı, boşluklar, özlemler, pişmanlıklar. Ama iyiyiz hep...
Her kaçış bir korkuyu barındırıyor içerisinde. Duygularını ifade etmeye korkuyorsan yaşadıklarında sana müstehaktır, demek geliyor bazen insanın içinden. Korku insanı etkisi altına almaya görsün. Cesur bir adım atmaya mecal bırakmaz. Sahte mutlulukların; sahte dostlukların, sahte iyiliklerin, sahte hayatların ardına sığındırır insanı.
Sahi kaçtınız gerçekten İYİSİNIZ???