Penbe Ertürk

Yazmak…

Penbe Ertürk

Zamanı mühürlemek gibi hayallerinde ne varsa resmetmek gibi kalemin ucundan dökülen her kelime aslında kendine itiraf gibi. Su gibi, toprak gibi bazen de nimet gibi… 


Yazmak; imkansız ne varsa imkanı mümkün kılmak gibi. 

Mektup mesela… Çok yakın bir zamanda iletişim aracıydı, kaç imkansız aşığın birbirine itirafını sağladı. Kaç gurbetçiye sılayı buluşturdu, kaç savaşın barış antlaşmasına şahit oldu ve bugüne

kadar yolumuzu, yönümüzü gösterdi. Günümüzde artık klavye var ama ben kalemle, kağıtla yazmanın başka bir büyüsü olduğuna inanırım. Kağıda döktüğüm her kelimenin ruhumu yansıttığını düşünürüm. Yazım şeklimin karakterimden izler taşıdığını düşünürüm. Bu arada çokta düzgün değildir kağıdın üstündeki harflerim…

-t- yi her zaman ters yazarım mesela. Bazen –b- ile –d- yi karıştırırım ama yine

de yazmayı çok severim. 

Çekmecelerimde bazen geçmişten kalan denemelerime rastlarım. Oldukça o

günden bugüne nasıl değiştiğimi, her şeyin su gibi nasıl yoluna girdiğini, geçen sürede ne kadar iyileştiğimi hissederim. Oğluma yazdığım küçük notları bulurum bazen bu annemden bana geçen

muhteşem bir alışkanlıktır… Ondan bana kalan kendi el yazısıyla yazdığı üç cümleyle beni özetlediği dokunduğunu bildiğim kısa ama çok manalı, çok güzel bazen çok güzel olduğu kadar çok acı veren garip bir şekilde mutlu eden o küçük notlar… Hangi eşya yerini doldurabilir ki, bundan kıymetli ne

olabilir… Yazı ruhtur, nefestir aslında hep canlıdır. Annenden sana yazılmışsa ya da sen evladına yazmışsan dokunduğunu, nefesini, sesini hissedebilmişsen ve o hiç gelmeyecekse artık o kağıt o üç cümle öyle kıymetli öyle önemli ki… Onları okudukça o günden bugüne hayatımdaki değişiklikleri fark ederim. Hüzünlü bir günde yazdığım birkaç cümle yıllar sonra bana tebessüm bile ettirebilir.


Kalp kırgınlıklarımı yazarım bazen, hüznümü paylaşırım kalemime ve kağıdıma. Derdimi anlatırım bembeyaz kağıda, o da beni dinler. Yazdıkça bana cevap verir her sıkıntının son bulacağını,

her şeyin olması gerektiği gibi olacağını hatırlatır bana. Ruhumu dinlendirir, yolumu aydınlatır, içimi rahatlatır. Ben küçükken “çok uzun zaman önce”mektup kağıtları vardı. Kokulu, rengarenk, köşelerinde süsler olan ben mektup döneminin sonlarına yetiştim. Bir çocuk dergisi vasıtasıyla bulduğum bir mektup arkadayım vardı. Uzak şehirlerdeydik ama her şeyi yazardık birbirimize. Postacı amca tanırdı beni artık, mektup günüm belliydi her Cuma ben ona, o bana mektuplaşırdık. Belki gönderdiği her mektubu yüzlerce okumuşumdur. Ne güzeldi, hiç görmemiştik birbirimizi ama aynı evde yaşar gibi birbirimizi tanırdık. Hala okurum yazdıklarını, okudukça o çocuk ruhumun saflığına geri dönerim. O yaşa geri dönmek isterim, hiç birbirimizi görmedik, hiç yüz yüze tanışmadık her şeyi anlattık birbirimize bir tek resim atmadık, ama o zamanlar fotoğraf çok fazla yoktu galiba ya da bizim

aklımıza hiç gelmedi. Belki de o güzel büyüyü bozmak istemedik ve ben bu mektupları yazarken, alırken sadece 12 yaşındaydım. Biz birbirini hiç görmemiş iki çok sıkı dosttuk ve bu büyü bozulmasın diye hiç tanışmadık. Mektuplar ne zaman kesildi, neden yazmadı, neden yazmadım hatırlamıyorum. Çok güzel bir serüvendi, büyülü, gizemli… şimdiki zamanda kaç çocuğun böyle bir tecrübesi olabilir

ki gelişen teknolojisiyle birlikte her şey çok hızlandı, saniyeler içinde ulaşmak, iletmek kolaylaştı. Bu hız arttıkça ruhumuzdaki incelikler kayboldu. Sinirli bir anımızda üzerine hiç düşünmeden o an ki duygularımızla yazdıklarımızdan çoğu zaman pişman olduk. Bu hepimizin başına gelmiştir. Oysa mektup yazsan mesela defalarca okursun, tekrar düşünürsün, düşündükçe cümlelerini düzeltirsin, düzelttikçe öfken geçer, ama şimdi öyle mi ? değil hemen o anda yazdığın bir cümle sonrasında öfken

geçtiğinde seni beni üzebilir. Kısaca mektup evet bir iletişim aracıdır ama aslında biraz sanat, biraz edebiyat ve en önemlisi de ruh vardır. Ve mektup yazmak küçük bir yazarlık serüvenidir.


Peki o bayramlarda attığımız tebrik kartları, arkasına yazdığımız notlar, yaptığımız kart koleksiyonları yüzlerce kartın içinden en güzelini bulmaya çalışmamız, yılbaşlarında hep kar

manzaraları olurdu mesela, simler olurdu kartlar üzerinde dokunarak seçerdik. Her şey gerçekti ve dokunulabilirdi, özeldi çünkü. Göndereceğimiz kartı özenle seçerdik. Senin beğenmen yeterli değildi,

göndereceğin kişinin de beğenmesini isterdin. İşte tam burada daha kartı göndermeden, onunla iletişimin başlardı. Çünkü onun gibi düşünmede çalışırdın. Neyi sevdiğini anlamaya çalışmak

günümüzde telepati denen sürecin başlamasını sağlardı. Babam da çok severdi kart göndermeyi beraber seçerdik kartları tabi cep telefondu yok, mesaj yok, kart atılırdı, genç arkadaşlarımın budizeleri okuduklarında şaşkınlıklarını hisseder gibiyim ama bazı evlerde kablolu telefon bile yoktu ve bu süreç çok eski bir tarih değil. 10-15 yıl öncesi… Her şey çok daha kıymetliydi. Şu anda birine bir mesaj atmak istesen ya da güzel bir resim önünde sınırsız imkan var. Sadece iki dakikada belki de

daha kısa yapabilirsin. Mektuplar, zarflar, pullar, kartlar hepsi özenle seçilirdi. Her şey çok kıymetliydi çünkü emek vardı, ruh vardı, sanat vardı. Tabi ki şu anda da bütün hislerimiz, paylaşımlarımız hepsi çok kıymetli çok özel ama ruhu yok. Çünkü sahte, çünkü filtreli, çünkü sadece

iki saniye…


Kalemimizi elinize almaktan ve bu büyülü yolculuğa çıkmaktan korkmayın. Herkes bu yılbaşında en azından birine postayla kart atsın…


2026 yılının herkese sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diliyorum. En büyük dileğim Mustafa Kemal Atatürk ün de dediği gibi YURTTA SULH, CİHANDA SULH


Sağlıcakla kalın…


 

Yazarın Diğer Yazıları